11 Haziran 2009 Perşembe

SOKAK KÜLTÜRÜ

Bu gün sizlerle benim için önemli olan ve çocukluğuma dair bazı hatıralarımı paylaşmak istiyorum. Bu hatıralar mahalle ve sokak kültürünün varolduğu yıllara ait. Benim doğup büyüdüğüm mahalle kerpiç gecekondulardan oluşan, bahçelerinde meyve ve sebze yetiştirilen, kümeslerinde tavukları bulunan ve Ankara’nın ortasındaydı. Mahalle denilince konu komşunun misafirlerine kadar bilindiği, çocuğuna, gencine ve ihtiyarına sahip çıkıldığı doğal bir ortam akla gelirdi. Her mahallenin olduğu gibi bizim mahallenin de kendine has yazılı olmayan kuralları vardı. Bunlar sokakta öğrenilir ve tatbik edilirdi. İletişim aracı olarak “Radyo” ve “Gazete” vardı. Kısa dalgadan “Polis Radyosu” ve “Meteorolojinin Sesi Radyosunu” dinlerdik. Benim izlediğim ilk Televizyon yayını 1972 Münih Olimpiyatlarıydı. Ama ondan önce hem ilk okulda hem de sinemada film seyretme şansını yakalamıştık. Eğlencemiz, yaz aylarında “Tornet”(rulman) sürmek ve futbol oynamak, kış aylarında ise kızak kaymaktı. O zamanlar iyi kar yağardı. Güzel günlerdi.


Dediğim gibi mahallenin yazılı olmayan kuralları arasında en önemlileri “sevgi”, “saygı” “hoşgörü”, “büyük” ve “küçük” olma durumlarıydı.


Yaz akşamları yemek yenince çıkılarak mahalle gençlerinin sohbet ettiği bir iğde ağacının altında dört veya beş tane taş üzerine oturulabilecek bir yerdi. Biz küçükler yemeğimizi çabuk yer ve buraya gelirdik. Bir süre sonra taşların üzerinde oturacak yer kalmaz ve ilk gelen büyüğümüze aramızdaki en küçük yer verirdi. Bize bunları kimse öğretmedi, bizde kimselere öğretmedik. Buraya sohbete gelenler bu kuralları yaşayarak öğrendiler. Sanırım hiçte unutmadılar.


Mahalle arasında futbol oynayabilmek için ağabeylerimizin maçlarında kale arkalarına giden topları getirmek gerekirdi. Sonra biraz daha yaşımız ilerleyince kaleye geçmeye başladık. Şansımız varsa bazen de defansta yer aldık. Ama buralarda kendimizi gösteremeseydik, yani ağabeylerine kendini beğendiremeseydik vay halimize. O zamanlar şimdiki gibi hazır forma satın almak nerede, hem imkan yok fukaralık diz boyu hem de şimdiki gibi forma bulmak kolay değil. Ama formalarımızı kendimiz yapardık. Beyaz yarım kollu fanilarımızı boyar ve arkalarına numara diktirirdik. Numaralarda genellikle eğri dikilirdi, üzülürdük ama ne çare. Çok dayak yedim ağabeylerimden top oynadığım için, ama hiç pes etmedim. Amatör olarak oynadım futbolu. Sonra halı sahalarda devam ettim. Ayağım kırıldı, ameliyat oldum. Sordular topa devamı? İkinci gün, evet dedim devam edeceğim. Yaşım kırk sekiz hala futbol oynuyorum. Sanırım futbol bizi bırakana kadar da devam edeceğim gibi görünüyor. Futbolu seviyorsanız bunu sadece basit fiziksel aktivite diye düşünmeyin, aslınsa bu psikolojik bir terapi. Ve çokta ucuz.


İşte böyle yollardan geçtik. Yokluğu ve çaresizliği gördük. Evde ağabeylerimizin küçülen kıyafetlerini giydik. Otobüs parasını gazeteye verip evimize yürüyerek döndük. Ama hep sevgi, saygı, küçük, büyük ve hoşgörü ilişkisi vardı hayatımızda. Çok güzel günlerdi ve o günleri yaşadığıma hiç bir zaman pişman olmadım.


Diyeceksiniz ki nereden çıktı bu hatıra işi. Öyle içimden geldi ve sizlerle paylaşayım istedim. Konuyu da bir özdeyişle bağlayalım. “Lafın Tamamı Deliye Söylenir.”


Dün gece maça çıkmadan önce kimin “Tamandua” kimin “Karınca” olması gerektiği yönünde bazı yapay tartışmalar olsa da, maç sonrası bir daha bu konu tartışmaya açılmayacak şekilde kapanmış oldu. Ben arkadaşlara bu isimler üzerine takılıp kalmamaları gerektiği yönünde başından beri bazı şeyleri anlatmaya çalışıyorum. Sanırım eksiklik benden kaynaklanmakta. Arkadaşlar tekrar ediyorum. Adınızın “Tamandua” olması yetmiyor. Ruhunuzun “Tamandua” olması gerekiyor.


Tamandualar:


K. Akyürek ** Özcan *** Serdar **** Deniz *** Selahattin *** Metin *** Şehzat **


Karıncalar:


K. Cebeci ** İbrahim Üstad *** Murat ** Erdinç *** Ongan ** Adem** Cengiz **


Maçın teknik analizine gelince. Oyunun ilk dakikaları çekişmeli geçti, karşılıklı gollerle çekişme devam etti ve maçın kırılma noktaları geldiğinde Tamandualar ağırlıkları sahaya yansıtarak yorulmadan rahat ve farklı bir galibiyet aldılar.


Bu rekabette ilk defa yer alan K.Cebeci’den futbol adına olumlu sinyaller alındı, ancak kondisyonunda görülen eksiklik bariz olarak ortaya çıktı ve kendisine bu yönde bir çalışma programı edinmesini tavsiye edildi.


İbrahim Üstadın yıldızları kalede gösterdiği performansa göre verildi ve maçlar başladığından beri en fazla ilerleme kaydeden oyuncular arasında ilk sırada yer aldı.


Şehzat ve Murat’ın dün akşam yürüyecek halleri yoktu, adeta sahada sürünüyorlardı. Bir an evvel kendinizi toplayın, mazeretiniz olabilir, yoksa yeni bir takım oluşturup adınıda “Sürüngenler” koyacağım.


“Kehanet” konusuna bu yazıda değinmeyeceğim. O durumun adı “Fiili Durum” oldu. Ve fiili durum devam ediyor.


Adem, yavaş yavaş ısınmaya başladı. Böyle devam ederse onu Tamandua olarak görmek mümkün olacaktır. Ama daha paslı ve daha garanti oynarsan bu süreç daha hızlı gelişecek. Çalışmaya devam.


Ongan, Metin ve Selahattin’de bir yorgunluk göze çarpmakta. Sanırım bazıları yol yorgunu, bazıları mevsim yorgunu ama bazılarının da ne yorgunu olduğu anlayamadım. Arkadaşlar biraz kendinize dikkat edin.


Erdinç ve Serdar bu maçta oldukça iyi mücadele ettiler. Aralarındaki tek fark birinin “Tamandualar” takımında yer alması diğerinin ise “Karıncalar” takımında yer almasıydı. İşte buna kader de diyebilirsiniz.


Cengiz ve Deniz, sizede iki çift sözüm var. Ama oyunla alakalı değil. Biriniz saygılı olacaksınız, diğerinizde hoşgürülü olacaksınız.


Şu ana kadar kendimden oyunla ilgili olarak bahsetmedim. Yinede bahsetmeyeceğim. Ama yazdıklarımda “dostluk” ve “paylaşmak” üzerine bir şeyler söyledim bu güne kadar.


Unutmayın! Baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş.


Sevgisiz ve Futbolsuz kalmayın.



Özcan DÖNMEZ

Hiç yorum yok: